9 Mayıs 2021 Pazar

80'lerin Türk - Yunan Ortak Arabesk Fantazi Şarkıları 1

 Anadolu'dan Yunanistan'a göç etmiş şarkılar sadece halk türkülerinden, İzmir'in cafe aman tarzı şarkılarından ya da klasik türk müziği eserlerinden ibaret değil. Ara ara takıldığım leş mekanlarda Orhan Gencebay ya da İbrahim Tatlıses şarkıları duya duya bunları bir kenara not alayım dedim ve karşınıza bu blog yazısı çıktı. O mekanlarda ömür çürüttükçe listeyi yenilerim.


Manolis Angelopoulos 'Krima' - Orhan Gencebay Akma gözlerimden




Makis Hristodoulopoulos 'Ftanei ftanei'- İbrahim Tatlıses Mavi Mavi




Manolis Angelopoulos 'Ta filia sou ine fotia' - Neşe Karaböcek 'Kertenkele'





Dimitris Terzopoulos 'Thimame' - Orhan Gencebay Yarabbim





Zafiris Melas 'Sagapao kita' - İbrahim Tatlıses Nerelere gidem






Stelios Kazancidis 'Manolya'





Manolis Angelopoulos 'Manolya' (türkçe söylüyor)




Manolis Angelopoulos 'S'anazito' - Sevemedim karagözlüm




15 Şubat 2021 Pazartesi

Bir Türk san’atkarın icat ettiği saz - Buzüş

 Bu yazıda buzuki ile cümbüşün kırması diye tabir edeceğim yeni bir enstrüman olan buzüşü tanıtacağım. Ne zamandır aklımda böyle bir enstrüman fikri vardı, Unkapanı’ndaki Zeynel Abidin Cümbüş dükkanındakiler ilgi göstermeyince, ben de kendi başımın çaresine baktım.



Esasında yaptığım işin adına tam icat denmese de, ben de Milliyet gazetesinin 15 Şubat 1931 tarihli baskısına çok imrendiğimden, ona atıfta bulunarak yukarıdaki başlığı koydum. 


Nereden çıktı bu zamazingo? sorusuna söyle cevap vereyim. Uzun zamandır rebetiko müziği ile ilgileniyordum.  Aynı zamanda cümbüşün de sesini pek sevdiğimden, acaba cümbüşü bir şekilde rebetikonun içine nasıl katarım diye düşünerek böyle bir işe giriştim. Esasında buzuki, sazın ‘bozuk’ sesli olmasından ötürü bu isimle anılmış. Cümbüş de bana biraz udun ‘bozuk’ sesli hali gibi gelirdi. Bu yüzden rebetiko müziğinin havasına iyi gideceğini düşündüm.
Buzüş detay
Madem yazacağız o zaman bari şunun altını doldurmak lazım. Enstrüman hem Türk hem Yunan işi olduğundan bir çokkültürlülük derim, halkların kardeşliğinden dem vururum, sentez derim, meyhaneci yorgo, komşu tasula diyerek nostalji yapıp duygularınıza oynarım. Ama bunlara lüzum yok. Olay basit, iki sevdiğim enstrümanı bir araya nasıl getiririm diye düşündüm bu ortaya çıktı.

Zeynel Abidin'in bir başka icadı 'Kibar'
Esasında cümbüşün kendisi de az çok bu mantıkla ortaya çıkmış bir enstrüman. Mucidi Zeynel Abidin Bey, zamanın rüzgarına kendini kaptırmış, müzikte batılılaşma furyasının olduğu cumhuriyetin  ilk yıllarında coşgun, ahenk vs gibi enstrümanlar icat etmiş. Ama voliyi boyun kısmının değiştirilip alaturka ya da alafranga müzik çalınabildiği cümbüşle vurmuş. Geleneksel bir enstrüman olmadığından ve ucuza mal edildiğinden, belli bir coğrafyaya ya da gruba mensup olmamış, eline her alan kendi tarzına uydurmuş. Bu sebeple Trakya’da klarnet ve darbukanın yanına eklenmiş, İstanbul’da meyhanelerin;  Urfa, Adıyaman’da sıra gecelerinin yıldızı olmuş. Aram Tigran, Ara Dinkciyan ve Yervant Bostancı gibi aslen udi olan Ermeni müzisyenler de cümbüşü sıklıkla kullanmış.
Mari ye kafanı, mari ye beynini
Ağzında sigarasıyla cümbüşçü red kit bayram
Rebetiko ile ilgili herhalde en meşhur fotoğraflardan biri de 1930’lu yılların başına ait, Roza Eskenazi, Aghapios Tomboulis ve Dimitris Semsis’in birlikte yer aldığı fotoğraftır. Burada Tomboulis’in elinde pek alışıldık olmayan bir enstrüman görüyoruz. Banjo desen değil, cümbüş desen o da değil. Edindiğim bilgiler bunun, Tomboulis için özel olarak yapılmış bir enstrüman olduğu yönünde. 1930’larda Yunanistan’a mandolin saplı cümbüş de satılmış ama cümbüşün üzerinde İstanbul, Türkiye yazdığından Yunanistan’da pek tutmamış, buzukiye rağbet daha da artmış.
Roza Eskenazi, Aghapios Tomboulis ve Dimitris Semsis bir arada. 
Benim yaptığım ise sadece cümbüş gövdesine, perdesiz ud benzeri sap yerine, buzuki sapı  eklemek oldu. Sağolsun bir yunan arkadaşım enstrümanı bu hale getirdi. Böylelikle hem cümbüşün tınısına sahip oldum, hem de enstrümanı buzuki gibi çalabiliyorum. 'Ya her şey iyi güzel, uğraşmışsın, kafana göre birşeyler icat etmişsin de şu isim ne kardeşim, allah aşkına, başka bir şey bulamadın mı?' diye düşünenler çıkacaktır. Hak veririm, ama şunu da derim.  Bir kere, klişeleri severim. İki enstrümanı birleştirmişsem, ismini de ikisinin isminden bir araya getirmeyi tercih ederim. Hem ayrıca, insan, içi temizse temizi görür, pisse de pisi görür. Ama eğer içinde hem temizlik hem de pislik varsa, kafasına göre neyi nasıl isterse onu öyle görür. Takdir sizin.

Son olarak da, buzüş ile eşlik ettiğim Mangiko şarkısının videosunu sizinle paylaşayım, tam olsun.






26 Nisan 2020 Pazar

Tapas Nedir, Ne değildir?: Granada’da Tapas


Tapas meze gibi bir şeydir, ama bir meze değildir. Ama komşunun tavuğu komşuya kaz görünürmüş derler. O yüzden ben de bu yazıda sizlere dillere destan, lafı edilince akan sular duran, kitaplara filmlere konu olan, İspanyolların içkinin yanında atıştırmalık yaptığı tapasın ne menem bir şey olduğundan biraz bahsedeyim.


bebe kalamar chipirones

Tapas, bütün İspanya’da yaygındır, ama Granada’da içkinin yanına her yeni içki servisiyle birlikte beleş gelir. Fırından ekmek alırsın, poşete fındık lahmacun büyüklüğünde kaya tuzlu ekmek atarlar; meyve sebze alırsın, bir bağ maydanozu çantaya iliştirirler; dvd kiralarsın, dvdlerin arasına fıstık, cips serpiştirirler; kızını alırsın bu sefer de anasıyla teyzesi yanında bonus gelir. Bu yüzden Granadalıların içkinin yanına beleş tapas getirmesine şaşmamak gerek.

Paella
Tapas barlar gündüzleri kahvaltıcı işi görür. Gerçi kahvaltı dediysem öyle serpme Van sofraları, çeşit çeşit malzeme beklemeyin. Kahvaltı alt tarafı, domates rendeli kızarmış ekmek, kruvasan ve sandöviç çeşitleri, churro denilen, bişi(lokma ) yapma mantığıyla yağda kızartılmış uzun ince hamurişi, kahve ve taze sıkılmış portakal suyundan ibarettir. Güneş vurmaya başlayınca, artık alkolün ve tapasın vakti gelmiş demektir. Genelde öğleden sonra beşe kadar açık kalır, sonra akşam sekiz gibi tekrar açılır.

Kahvaltı
Tapas barlarda, maalesef, masa donatmak gibi bir adet yoktur. Zaten genelde ayakta yenilir ve içilir. Daha geleneksel  barlarda tapas seçme diye bir şey yoktur, bahtınıza ne çıkarsa onu yersiniz. Bu yerlerde, tapaslar primera (birinci), segunda (ikinci), tercera (üçüncü) vs. gibi sıra ismiyle anılır ve tüm müşterilere sırasına göre aynı tapas ikram edilir. İkram işini abartan barlarda ise, önce tapasın tapası diyeceğim, ön atıştırmalık ve hesabı ödedikten sonra tatlı niyetine bir dilim kek yahut pasta gelir. Bir ufak uyarı yapmadan geçmeyeyim. Garsona ya da barmene ‘Usta bizim tapas vardı, noldu?’‘Tapas geliyordu değil mi?’ gibi sorular sormayın, sülalesine sövseniz umursamayacak adam, bu tarz laflara gelemez, asabileşir. 
Tipik bir tapas bar 
Bira, boyutuna göre farklı isimlerle adlandırılır. En küçüğüne caña denir, -aman yanlışlıkla coño demeyin, o başka bişey demek- bu da yaklaşık 20cl’ye tekabül eder ve su bardağında gelir. Bundan başka 30cl’liğe tubo, daha içenine rastlamadığım 50’lik en büyük boyutuna ise harra denir. Laf arasında belirteyim, Granada’nın en iyi birası Alhambra markasının yeşil şişeli 1925 birasıdır. Tapasın yanında, biradan başka çoğunlukla, ev yapımı da bulunan, şarap ya da vermut içilir. Sangria ise sanırım bizim için turistin aldığı elma çayı gibi bir şey oluyor. Yani, aslında içeni yok ama efsanesi yürüyor.

Jamon sarayı
Tapaslar ise çeşit çeşittir. Kalamar, ahtapot, köpek balığı, salyangoz ve salamura balık çeşitleri gibi deniz ürünlerinden tut, kurutulmuş domuz butu jamon, sırtı lomo, dana biftek gibi et ürünlerine ve bir çeşit bakla olan habas, şeker pekmezinde patlıcan kızartması berenjenas con miel ve aslında Cordoba’ya ait olan salmorejo gibi sebze ağırlıklı mezeler içkinin yanında servis edilir.


Alioli soslu biftek
Gelelim en can alıcı soruya. Evet tapasla karın doyar. Ekstradan yemek söylemenin pek gereği yoktur. Zaten yemekler de  ucuz değildir. Örneğin menüde 15 euro civarı tutabilecek bir kayık tabak ahtapot, kalamar, eğer üç dört kişiyseniz önünüze tapas olarak gelir.

Migas
Granada’da yapılabilecek güzel aktivitelerden biri de o tapas senin bu tapas benim bar bar dolaşmaktır. Gitmeden görmeden bir fikriniz olsun diye yazdım. Şimdiden afiyet olsun.

Köpekbalığı cazone

9 Nisan 2020 Perşembe

20.yy'ın başında Amerika'da Rebetiko Müziği - 3. Bölüm

20.yy'ın başında Amerika'da Rebetiko müziğini anlattığımız yazı dizisine tüm hızımızla devam ediyoruz, dermişim ama aylar oldu tık yoktu, nihayet geri dönebildik. Mevzunun arkaplanını anlattığım 1.bölüm, ve ilk kayıtları yapan müzisyen ve şarkıcıları anlattığım 2. bölümden sonra, bu bölümde de müzisyen ve şarkıcıları tanımaya devam edeceğiz.
Sizin için ortaya karışık bir Rum bir Yahudi ve bir Ermeni müzisyen hazırladım. Afiyet olsun.

Tarzına kurban Yannis Halkias nam-ı diğer Jack Gregory
Yannis Halkias 1898’de Yunanistan’da doğdu, ve 1909’da Amerika’ya göç ettikten sonra bir daha geri dönmedi. 1932’deki kaydı ‘minore tou teke’ yani ‘tekke minörü’ buzuki ile yapılan ilk kayıt olmasının yanı sıra hala daha en beğenilen rebetiko eserlerindendir.

Minore tou Teke (Tekke Minörü)

Buzuki öğrenmesini ve rebet ortamlarına girmesini babası istemese de amcası sayesinde mangasları ve onların dünyasını tanıma fırsatı buldu. Ancak bu sebeple de ömrü cepçilikle, ufak tefek hırsızlıklarla, karaborsacılık, avantacılıkla ve polisten savuşmakla geçti. 1940’larda FBI başlarına ekşiyince bu karlı işleri bırakmaya karar verdi ve ortağından ayrılarak bir kumar ve esrar tekkesi açtı. Mekanında, nargile hazırladı, yemekleri yaptı ve buzukisini çaldı. Aynı zamanda usta bir üçkağıtçı kumarbaz olduğundan, kumarını da eksik etmedi. Meşhur New York Polis Departmanı’ndan birilerine de basılmamak için rüşveti önden hazır etti. Bu sayede, New York’un göbeğinde kendi krallığını ilan etti. Yasalarla pek alakası olmayan Halkias, bir mangas gibi yaşayarak, kaldırdığı tonla parayı eşine, dostuna çevresine yedirdi. Helali hoş olsun.  

Buzukideki ustalığını gösterdiği eserlerinden Trikouverto

&

Madam Victoria Hazan
Sefarad Yahudi bir aileden gelen Victoria Hazan, 1896’da Manisa’nın Salihli ilçesinde doğdu. 1915 yılında önce İzmir’e, oradan da 1920’de New York’a göç etti. Genelde kanun, ud ve kemandan oluşan bir orkestrayla alaturka ya da kafe aman tarzında şarkılar söyledi.

Ladino dilinde Makber olur mu demeyin, oluyor! Lagrimas Verterei

Çok meraklısı olmadığından kayıt yapmaktan uzak durdu ancak sonra Metropolitan ve Kalliphon şirketleriyle Türkçe, Ladino ve Yunanca şarkılar söylediği bir kaç kayıt yaptı. Marko Melkon'la birlikte söyledikleri, Yunancası da olan Değirmenci yine sevdiğim eserlerdendir. 1995 yılında 100.yaşgününü göremeden vefat etti.


El Cante por la Victoria



                                      &
Marko Melkon
1895 yılında doğan Markos Melkon Alemşaryan, İzmirli olduğundan Rumcasına güvenerek 18’inden sonra Atina’ya gidip tavernalarda çalmaya başladı. Ardından, 1921’de müzisyen arkadaşı Achilleas Poulos’la birlikte Amerika’ya gitti. 
Amerika’daki müzik hayatı gayet hızlı başladı. Otantik tarzından dolayı Yunan müzik ortamlarında kimse onun Yunan olmadığını anlamadı bile.  Kazandığı parayla da Türkiye’deki ailesini önce Atina’ya oradan da Amerika’ya aldırdı. 1928’de evlenmek için Yunanistan’a geri dönüp, bir hafta içinde, Selanik’te kendisi gibi bir İzmir Ermenisi olan Azad Karnugyan ile evlendi.

Önce bir müzik kayıt stüdyosu açtı, Amerika’da ekonomik bunalım yaşanınca kepenkleri indirip, New York’a, tavernalara geri döndü. İlk kaydı ‘oğlan oğlan’  müzik piyasalarını kasıp kavurdu.


Ermeni cemaatinin yazlık mekanları, New York’un Yunan ve Orta Doğulularının takıldığı tavernalar, Boston’u, Chicago’su derken göbek attırmadık kişi bırakmadı. Ermenice, Yunanca ve Türkçe söyleyebildiğinden repertuvarı da geniş, müdavimlerinin isimlerini, en çok hangi şarkıyı  sevdiklerini bildiğinden ortamın nabzina göre şekeri verip milleti hop hop oynatmayı gayet iyi bildi.
Yaklaşık ikiyüz kayıtta çaldı, elli altısında söyledi ve nihayetinde 1963 yılında kalp krizinden vefat etti.


Dervisaki

Bu notlar Marko Melkon’un kızı Roza Hagopian-Mozian-Alemsharian’ın babasını anlattığı bir yazıdan kısaltılmıştır. Biraz arama yaparken bir de bu yazının Türkçe çevirisi olan ancak başlığın altında ‘Sevag Beşiktaşlıyan Marko Melkon’u yazdı’ diye belirtilen Agos’ta yayınlanmış bir yazıya rastladım. Ben bir şey demeyim, siz anlayın. İlgilenenler için makalenin linki burada.


BONUS
Yazı dizisinde bahsi geçen ortamların havasını biraz olsun solumak için, New York'ta çekilmiş 1961 yapımı Dark Odyssey filmine bir göz atalım. Buradaki mekan, işte bu anlatılan müzisyenlerin bir çoğunun da çaldığı Port Said isimli gece kulübüdür.

  

20.yy'ın başında Amerika'da Rebetiko Müziği - 2. Bölüm

Yazı dizimizin bu bölümünde Rebetikonun ilk kayıtlarını yapan Amerika'ya göç etmiş müzisyenleri biraz daha yakından tanıyacağız. Mevzunun arkaplanının anlatıldığı birinci bölüm için buraya tıklayın.
Amerika’daki rebetiko müziğinin ilk plak kayıtları, 20.yy’ın başında gelen Yunan göçmen müzisyenler tarafından yapıldı. Uyanık davranan RCA Victor ve Columbia plak şirketleri parsayı kaptı ve birçok plak bu şirketlerin etiketiyle çıktı. İlk önce, popüler olan ve o zamana kadar ağızdan ağıza aktarılan şarkılar kaydedildi. Bu eserler rebetikoyu öncelediğinden, rebetikonun kökenleri buralarda bulunabilir. Anadolu müziğinin, yunan ada müziğinin, trakya havalarının ve bizans kilise müziğinin etkileri bu ilk dönem kayıtlarda mevcuttur. 1920’lerden itibaren Atina’da da şarkılar kaydedilmeye başlanınca, bu sefer aynı eserler Amerika’da başka müzisyenler tarafından kaydedildi.
O dönemde bestelenen eserlere bakıldığında ise gurbet ve özlem önemli bir yer tutar. Şarkılar, esas amaçları çalışıp, para biriktirip memleketine geri dönmek isteyen, ama dönemeyen, fukaralık içinde boğuşan Yunan göçmenlerinin ruh halini anlatır. Diyelim ve lafı uzatmadan, bestecilere, şarkıcılara ve eserlerine bakalım.

Yorgos Katsaros (Theologitis):  Hakkın rahmetine ancak 109 yıl sonra kavuşabilen Yorgos Theologitis, İbrahim Erkal’ın kabarık saçlısı olduğundan, Amerika’da ‘katsaros’ (kıvırcık) diye çağrılır olmuş. Amorgos adasından olduğundan dolayı, ilk bölümde bahsedilen Florida sahiline, sünger avcısı hemşerileriyle birlikte gitmiş. Rebetiko müziğinin ilk dönem önemli bestecilerinden olan Katsaros, gitardaki hakimiyeti, ustalığı ve kendine has tavrı ile bilinirdi.

Yorgos Katsaros - Elliniki Apolafsis

Meksikalı dansçı Rita Rio’ya abayı yakınca, Hollywood ortamlarına girdi. Charlie Chaplin, Rodolfo Valentino, Rita Hayworth, Humphrey Bogart, Clark Gable, Al Pacino gibileriyle dostluklar edindi ve onların önünde çaldı. Klasik gitarın en büyük virtüözü Andres Segovia, Katsaros’a hayran kaldı, Konserlerinde her zaman Katsaros’a ön sıradan davetiyeyi hazır etti ve ömürlerinin sonuna dek dost kaldılar.

Yorgos Katsaros - Pote Mavra Pote Aspra

Bunlardan başka 1942 yılında Başkan Roosvelt tarafından saraya davet edildiği de söyenir. Dinine bağlı bir Yunan olarak yaşadı, dünyanın neresinde Yunan varsa Kanada’ya, Bombay’a, Kahire’ye, Şili’ye gitti, onlara konserler verdi. Çok hayırlı adammış ki, onun inisiyatifi ile sadece Chicago’da 25 kilise yapılmış.
Marika Papagika: Rebetikanın divalarından, 1890 Kos doğumlu Marika Papagika, özellikle izmir tarzı eserleri, yunan halk türküleri ve amane denilen gazelleri ile bilinir. Ailesi Mısır’a, İskenderiye’ye taşınınca, müzik kariyerine orada, Yunanlıların çoğunlukla takıldığı yerlerde başladı. 

Marika Papagika - Gel gel

1915 yılında bu sefer Amerika’ya göç ettiler. Orada çimbalo çalan Kostas (Gus) Papagiakas’la tanıştı, evlendiler ve Rebetiko müziğinin merkezi olacak Marika’s isimli cafe amanı 1925’te açtılar. Marika Papagika ve eşi Kostas kendi mekanlarında çaldılar söylediler ve birçok rebetiko müzisyenini ağırladılar. Marika’s, sadece Yunanlıların değil, Ermenilerin, Türklerin, Yahudilerin Suriyelilerin, Bulgarların, yani aslında Osmanlı İmparatorluğu’ndan kopup gelen her milletten insanın takıldığı bir yerdi. Bunun üzerine Marika Papagika 1923 yılında, gelen herkese hitap eden, az çok kulaklarının aşina olduğu Türkçe şarkı ve türkülerden oluşan bir albüm kaydetmiştir.

Marika Papagika’nın ilk kayda alınan şarkısı Smyrneiko Minore (İzmir tarzı minör).

Marika Papagika o dönemde Madam Koula ile birlikte en tanınan, sevilen ve plakları satılan şarkıcılarıydılar. Birbirlerinin kaydettiği şarkıları tekrar seslendirmiş ve ortak da çalışmışlardır. Fakat, Atina’dan Roza Eskenazi ve Rita Abacı gibi iki büyük ses çıkınca, ağırlıklarını kaybetmişlerdir. 

Kostas Bezos: Rebetiko’nun en gizemli figürlerinden, müzisyen, şarkıcı, aktör, gazeteci ve karikatürist olan Bezos, A. Kostis ya da K. Kostis isimleriyle de anılır. Bezos’un şarkıları, melodisi, sözleri ve havasıyla adamı doğrudan Pire’nin arka mahallelerine, esrar tekkelerine,cepçinin, hapishane kaçkınının, itin, uğursuzun harman olduğu yerlere götürür.

Kostas Bezos - Toumbeleki toumbeleki
Halk şarkılarını ya da satirik şarkıları Hawai stiliyle çalıp söylemesiyle ise rebetiko repertuvarında eşi yoktur. 1931-1936 yılları arasında Ta Aspra Poulia (Beyaz Kuşlar) isimli grubuyla şarkılar kaydettiler.


Kostas Bezos ve Hawaii Orkestrası - Pame sti Honolulu

Amerika'da Rebetiko Müziği serisi devam edecek.

20.yy'ın başında Amerika'da Rebetiko Müziği - 1. Bölüm

20.yy’ın başında Yunanlıların Amerika’ya göçü ve Amerika’da gelişen Rebetiko müziğinden bahsedeceğim bu yazıda, Petros Tambouris’in hazırladığı dört CD ve kitapçıktan oluşan ‘To Rembetiko Tragoudi stin Ameriki: 1900-1940’ (Amerika’daki Rebetiko Şarkıları: 1900-1940)  isimli eseri esas aldım. Bundan başka özellikle Tony Klein’ın hazırladığı ‘Greek Rhapsody: Instrumental Music from Greece (1905-1956)’ isimli kayıtlar ve kitapçıktan, internetten bulduğum diğer arşiv belgelerinden, makalelerden ve fotoğraflardan yararlandım.

Üç bölüm olarak tasarladığım bu yazının ilk bölümünde 20. yy’ın başından itibaren Yunanlıların Amerika’ya göçünden, oradaki hayat mücadelelerinden ve rebetiko müziğinin bu göçmen Yunan cemaatinde nasıl kendine yer bulduğundan bahsedeceğim. İkinci ve üçüncü bölümler ise Amerika’daki rebetiko kayıtlarının örnekleri üzerinden şarkıcı ve bestecilerin hayatları hakkında olacak.  

Göçmen amca, göçmen amca. Ne var?
Gurbet acısı var mı? Var var
Zor hayat koşulları var mı? Var var
Ne duruyorsun? Ne yapayım?

Rebetiko yapsana vay vay rebetiko yapsana

Yunanlıların Küçük Asya Felaketi diye adlandırdıkları, yüzyıllardır yaşadıkları Anadolu topraklarından sürgün edilmelerinin ardından ve hatta ondan daha önce birçok Yunanlı, yanlarında müziklerini de götürerek Amerika’ya göç ettiler. Rebetiko her ne kadar İzmir ve Atina’da doğmuş ve gelişmişse de, eski ve yeni şarkıların kayıtlarının yapıldığı ve müziğin geliştiği asıl yer Amerika’dır. Rebetiko müziğinin ilk kayıtları 20.yy’ın başında çoktan Amerika’da yapılmaya başlanmıştı. Anadolu’dan Yunanistan’a sürgün giden,  hapishanelerde, esrar tekkelerinde ve özellikle Atina’nın limanı Pire’nin varoşlarında serpilen bir kent müziği olan rebetiko, bu sefer de Yunanistan’da durmakla kalmayıp, ta Amerikalara göç ediyor ve birçok şarkı ilk kez orada kaydediliyordu.
Zamanın popüler gemi taşımacılığı şirketi Patris'in bir kartpostalı
Amerika açmış, Yunanlıları bekliyor olmasa da, 20.yy’ın başından itibaren Yunanlılar için bir nevi taşı toprağı altın ülke olarak tasavvur ediliyordu. Sadece 1900-1920 yılları arasında Yunanistan nüfusunun yüzde sekizi, yani yaklaşık 400 bin kişi Amerikan rüyasını gerçekleştirmek üzere göç etti ve Amerikan kapitalizminin gelişmesinde sömürüye açık işgücü olarak varolma çabası verdi. Çalışmak amaçlı göç eden bu neslin bir kısmı, Balkan savaşları, 1. Dünya Savaşı ve nüfus mübadelesi sonrası dönecek yerleri kalmadığından mülteci durumuna düştü.
Ellis Adası'na varan Yunan göçmenler
Ellis Adası
Göçmenler büyük gemilerin güvertelerinde tıkış tıkış, bir kargodan farksız şekilde, 20-22 gün süren uzun yolculuklarla Amerika’ya, New York limanında bulunan Ellis Adası’na varıyorlardı. Ellis Adası 1892 yılında göçmen merkezi olarak tasarlanmıştı. O zamanlar göçmenler Atlantik Okyanusu’nu aşıp New York’a vardıklarında onları Özgürlük Heykeli karşılıyordu. Göçmenler burada kayıt altına alınıyor, daha sonra ülkeye girebiliyordu. 1892-1954 yılları arasında işleyen Ellis Adası göçmen merkezi üzerinden çoğunluğu İtalyan, Yunan, Sırp, Rus ve Polonyalı olmak üzere 12 milyon göçmen geçiş yaptı.
Sıkı incelemelerden sonra ülkeye giriş yapabilenler yanlarında getirdikleri zeytinyağı, kekik gibi hediyelerle, onları karşılayacak eş, dost, akrabalarını beklerken 
Yunanlıların ‘Kastigari’ (Kale bekçisi) dediği Ellis Adası’ndaki ana salonda göçmenlerin tetkikleri yapılır ve milliyetlerine göre ayrılırdı.
Ellis Adası'ndaki ana salon
göçmen bir papaz
Başka bir göçmen
Yine göçmen. Bursa'dan Yunanistan'a, oradan da Ohio'ya göç eden Yannis ve Sofia Demetriou, 1912 
Gelen göçmenlerin büyük çoğunluğu ya New York’ta kaldı ya da Chicago’ya gitti. Diğerleri ise daha çok New England’daki endüstri bölgesine, kuzeydeki Philadelphia, Cleveland, Detroit gibi büyük şehirlere dağıldı. 1920’de New York ve Chicago’daki Yunan nüfusu 50 binden fazlaydı.
Tarpon Springs'de sünger avcısı Yunanlılar
Meksika Körfezi ve Atlantik Okyanusu’na bakan, Florida eyaletinde bulunan Tarpon Springs halen daha Yunan nüfusunun en yoğun bulunduğu Amerikan şehridir. Özellikle Kalimnos, Simi ve Halki gibi 12 adalardan gelen Yunan göçmenler burada sünger avcılığı yaptılar. 1920’lerde şehrin nüfusunun yarısından fazlasını Yunanlılar oluşturuyordu.

Amerika’da bekledikleri hayat gemi şirketleri tarafından anlatıldığı gibi değildi. Birçoğu kafasında geri dönme düşüncesi olduğundan İngilizce öğrenmedi. Zaten vasıfsız olduklarından madenlerde, demiryollarında ya da fabrikalarda çalışıyorlardı. Bundan başka birçok Yunan seyyar satıcılık, manavcılık ve ayakkabı boyacılığı yaptı. Kadınlar ise çoğunlukla çalışmıyordu.  Az da olsa çalışanlar ise tekstil ve ayakkabı  fabrikalarındaydı. İlk zamanlarda sanayi şehirlerinde grev kırıcı olarak kullanıldılar. Tek amaçları çalışıp, para kazanıp memlekete yollamak olan göçmenler tek göz odada birçok kişi yaşayarak ayakta kalmaya çalıştılar. Ancak bu koşullar veremi ve diğer ağır hastalıkları da beraberinde getirdi.  Diğer milletlerden göçmenlerle yetimin yetime münasebeti gibi bir ilişki olduğundan, hayat hiç de kolay değildi.
New York'ta bir Yunan dükkanı
Yunanlı göçmenlerin Amerika’daki hayatları, dışlanmışlıkları, fukaralıkları ile bir göç müziği olan rebetikonun kesişmesi kaçınılmazdı. Dayanışma esasen yalnız başına çaresizlikten doğduğundan, ilk nesil göçmenler daha çok bir arada durmak zorundaydı. Yunan mahallesinde yaşayıp, yunan kahvesine giden demiryolcular, fabrika işçileri, madenciler, sendikacılar, işsizler buralarda kahvesini içer, kağıdını oynar, müziğini dinler, dans ederdi. Acısını, derdini ya da neşesini memleketinin şarkıları yoluyla ifade ederdi. Diyelim ve Amerika'da kaydedilmiş bu şarkılardan, onları söyleyenlerden ve bestecilerinden bahsetmeye sonraki bölümde devam edelim.

14 Şubat 2020 Cuma

Sevgililer Günü Özel: Midillili Aziz Valentin

Aziz Valentin'in kemiklerinin bulunduğu Midilli'deki Katolik Aya Theoktisti Kilisesi
Gündeme bir tarafından tutunabilmek amacıyla, günün anlam ve önemine uygun şekilde, başta kalp şeklinde pofuduk yastık ve kırmızı renkli don olmak üzere tüm 14 Şubat endüstrisinin sebebi olmuş, ancak ve maalesef ekmeğini yiyememiş Aziz Valentin’in Midilli ile olan ilişkisinden bahsedeyim. Birçok mültecinin kaderine benzer şekilde, onun da dirisi olmasa da ölüsü Midilli’de kendine yer bulmuş. Aziz Valentin’in kemiklerinin Midilli’deki tek katolik kilisede bulunduğu kabul ediliyor, onun hikayesini kısaca anlatacağım.

İzmir Başpsikoposu Domenico Raffaelle Francesco Marengo
270 yılında Valentin’in kellesi dini usüllere uygun şekilde kesiliyor ve kendisine Aziz Priscilla’nın mezarının yanında yer açıyorlar. 496 yılında ise, yani iş işten geçtikten bir hayli süre sonra, Papa Gelasius kendisini kutsuyor  ve sonrasında Roma katolik kilisesi tarafından onurlandırılıyor. Ebedi istirahatgahında dahi adamcağız huzuru bulamıyor ve 1815 yılına gelindiğinde  Papa VII. Pius, Longarini di S. Costanzo isimli bir asil İtalyan papaza zamanın ruhuna uygun şekilde, eti toprağın kemiği senin diyerek Aziz Valentin’in kemiklerini hediye ediyor. Kemikler daha sonra, bir şekilde 1907 yılında Midilli’de ortaya çıkıyor. Papazın müridlerinden biri olması olası Lucia Thefanopoulo-Bongiglio vasıtasıyla kemiklerin Midilli’ye ulaştığı iddia ediliyor. Bunun üzerine, Midilli katolik kilisesinin bağlı olduğu İzmir’in Başpsikopos’u Francesco Marengo durumu yerinde incelemek üzere Midilli’ye geliyor ve yaptığı otopsi sonrasında kemiklerin Aziz Valentin’e ait olduğu hakkında son noktayı koyuyor. Kemikler, böylelikle kilisedeki ana sunağın altına konuyor. Ömrü vaktinde bu kadar gezmemiş Aziz Valentin’in kemikleri 1990 yılında Atina’daki italyan cemaatine ait Katolik Aziz Francis kilisesine nakledildikten sonra, 2014 yılında tekrar Midilli’ye iade ediliyor.

Başpsikopos Marengo'nun otopsi tutanağı
O dönemde Ortodoks hristiyanların ve müslümanların olduğu Midilli’de Katolik cemaatinin olmasının hikayesi de ayrıyeten ilginç bir hikaye. Midilli’deki katolik cemaatinin varlığı ta 14.yy’a dayanıyor. Bizans imparatoru II.Paleologos, zamanın Konstantinopolis’i yani İstanbul’un, haçlı ordularınca istilası sırasında şehrin savunmasında desteklerini esirgemeyen Cenevizlilerin ileri gelenlerinden Gattelusi ailesine, çerez verir gibi Midilli adasını çeyiz olarak veriyor. Midilli’deki Cenevizli hakimiyeti, yüz yıldan biraz fazla, 1462 yılında II. Mehmet (Fatih)’in Midilli’yi fethine dek sürüyor. O zamandan bu yana adada katolik cemaati bulunuyor. Bir de özellikle 18. ve 19. yy’larda tüccar ve denizcilerin İtalyanı, Maltalısı, İspanyolu, Fransızı Midilli’yi mesken tutuyor.  

20.yy başında Midilli'nin Katolik cemaati
En başta söylemem gerekeni, en son söyleyeyim. İşin aslı, Aziz Valentin’in kemikleri tekrardan bulunduğunda, yüzlerce ufak parçaya bölünüp birçok kişi ve kiliseye satılıyor. Aziz kemiği lobisinin ne amaçla bu işi yaptığından daha evvel Granada’nın Sacromonte mahallesini anlatırken bahsetmiştim. Yani, bir kilisenin önemi ve ona bağlı olarak edindiği bağışlar, sahip olduğu aziz kemikleri ile doğrudan alakalı. Lafın kısası, ne kadar kemik, o kadar para. Bu sebeple, İrlanda’nın Dublin’inde,İskoçya’nın Glasgow’unda, İngiltere’nin Birmingham’ında, Avusturya’nın Viyana’sında, Polonya’nın Chelmo’sunda, Fransa’nın Roquemaure’ında, Prag’da ve Maltadaki kiliselerde de Aziz Valentin’in kemikleri olduğu iddia ediliyor.
Neyse, olan var olmayan var, o yüzden herkesin değil, bir kısmınızın sevgililer gününü kutlayayım.